Tanımı
in anlatı tekniği olarak en yakın durduğu yapıtlardan biri William Faulkner`ın ``As I Lay Dying`` (``Döşeğimde Ölürken``) adlı romanıdır.] Çok genel bir tanım için ``AnaBritannica``Roman ve öykülerde bir anlatım tekniği. Bireyin bilinci üzerinde kalıcı etki bırakan, ussal düşüncelerle birlikte onun bilincinin bir parçası olan çok sayıdaki görsel, işitsel, bedensel ve bilinçaltı izlenimi söze dökmek için başvurulan bir tekniktir. . . . Yirminci yüzyılda psikolojik romanın gelişmesiyle birlikte kimi yazarlar karakterlerinin yalnızca ussal düşüncelerini vermek yerine, onların bilinç akışını bütünüyle yakalamaya çalıştılar. İnsan zihnini bütün zenginliği, hız ve inceliğiyle yansıtmak isteyen yazarlar birbirinden kopuk düşünceleri, dilbilgisi kurallarına uymayan tümce parçalarını ve tek tek sözcüklerin, imge ve düşüncelerin serbest çağrışımlarını içiçe sıraladılar.
Bilinç akışı romanlarında çoğu kez iç monolog tekniği kullanılır. Bunların en iyi örneği James Joyce`un ``Ulysses`` (1922) adlı romanıdır. Joyce, romanın kişileri Leopold ve Molly Bloom ile Stephen Daedalus`un iç dünyalarını karmaşık bir anlatımla aktarmıştır. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Viyana`daki ortamı yeniden yaratmak için bilinç akışı tekniğine başvuran Arthur Schnitzler`in ``Leutnant Gustl`` (1901; Teğmen Gustl) adlı yapıtı, bu türün ilk örneklerinden biri sayılır. William Faulkner da ``Ses ve Öfke`` adlı romanında, Compson ailesinin üç üyesinin yaşadıkları ya da anımsadıkları olaylar karşısındaki bölük pörçük izlenimleriyle tepkilerini bilinç akışı tekniğiyle aktarmıştır. Türk romanında bilinç akışı tekniğinin en yetkin örneklerinden birini, ``Tutunamayanlar`` adlı yapıtıyla Oğuz Atay vermiştir.
Orhan Pamuk`un Gözlemleri
Orhan Pamuk, kendisiyle yapılan bir söyleşide, bilinç akışı tekniği hakkında şunları söyler: tekniğinin önde gelen uygulayıcılarından olan İngiliz romancı Virginia Woolf.]Sessiz Ev`de Bilinç Akışı
Yukarıdaki tanımdan ve Orhan Pamuk`un söylediklerinden iki nokta, ``Sessiz Ev``- Bilinç akışı, karakterin bilincinin bir parçası olan çok sayıdaki görsel, işitsel, bedensel ve bilinçaltı izlenimi söze dökmeye yarar;
- Orhan Pamuk, bir bilinci akıtırken, o kahramanın sözcük dağarcığı içinde kalmaz. Amaç, bilinçlerin içinin olduğu gibi resmini çekmek değildir. Kahramanların bilinçlerinin içinde gezinenleri, kendisini pek fazla geriye çekmeden yazar anlatır.
Romandan kısa bir alıntıyla söz konusu tekniğin nasıl kullanıldığı ve ne gibi sonuçlara ulaşılmasını sağladığı görülebilir. ``Sessiz Ev``
Önce tanıştılar, kız şarkıcı ve onu beğenmiyor, ama bir gün çocuk onu onlardan kurtarınca beğeniyor ve sevdiğini anlıyor, ama babası bu evliliğe karşı çıkıyor. Sonra çocuk hapse girdi. Ara verdiler, yerimden kalkıp kalabalığa çıkmadım. Sonra gene başladı ve kız gazinonun sahibiyle evlendi, ama çocukları olmadı ve olsun diye bir şey yapmadılar. Kocası o kötü kadının peşinden gidince, Ediz de hapisten kaçınca Boğaz Köprüsü`ne yakın bir evde buluştular ve Hülya Koçyiğit şarkı söyledi. O şarkıyı dinlerken biraz tuhaf oldum. Sonunda, onu kötü kocadan kurtarmak isterken o zaten cezasını kendi bulunca anlaşıldı ki artık evlenebilirler. Babası arkalarından sevinçle bakıyor ve onlar yolda kolkola yürüyorlar, yürüyorlar, gittikçe küçülüyorlar ve SON.
Bu kısacık bölüm bile bize hem Recep, hem bir parçası olduğu kültür hakkında çok yönlü bilgiler verir.
- Öncelikle, filmin konusu, "klasik" bir Yeşilçam filminin bütün öğelerini (klişelerini) içerir: Merkezdeki aşk öyküsü çevresinde iyilerle kötüler savaşı, "gazino sahibi" ile evlenme, babanın "aşk"ı engelleyen kişi rolünü üstlenmesi (ama Yeşilçam ruhuna uygun olarak, sonunda ıslah olup iyiden, aşktan yana tutum alması), baş rol oyuncusunun şarkı söylemesi, sevgililerin Boğaz`ın sırtlarında baş başa görüldüğü sahneler, vb.
- Recep, hiçbir biçimde filmin teknik-estetik boyutuyla ilgilenmez; onun için önemli olan "olay örgüsü"nü izlemektir (üstelik, geleneksel okur/seyirci tutumuyla, heyecanla sonu önceleyerek, hızlı hızlı izlemek: "onu onlardan kurtarınca" gibi aceleci anlatımlar bunun bir yansımasıdır). Keza, Recep için estetik mesafe söz konusu değildir; Hülya Koçyiğit şarkı söylerken "biraz tuhaf olur" (bu arada, oyuncu-karakter özdeşleştirmesi de, popüler kültüre özgü tipik bir tutum olarak Recep`in zihin dünyasında yerini alır).
- Recep, filme ara verildiğinde, yerinden kalkıp kalabalığa karışmadığını belirtir. Bu ayrıntı, onun cüceliği konusundaki aşağılık duygusunu bilen okur için bir satır arası bilgisi gibidir: Çok büyük bir olasılıkla, Recep bu kompleksi nedeniyle araya çıkmaz.
- Tekniğin bir de okura ilettikleri vardır: Güçlü bir mizah duygusuyla birlikte, okur hem bir paylaşımın rahatlatıcılığını, "güzelliği"ni yaşar (Türk sineması, özellikle ilk dönemiyle, modern Türk kültürünün ayrılmaz bir parçasıdır); hem daha mesafeli bir tutumla, filmin ve Recep`in film karşısındaki tutumunun naifliğine gülümseyerek bakar.
Bilinç akışı tekniği, öteki karakterlerin yanı sıra, özellikle Büyükhanım`ın aklından geçenlerin okura iletilmesinde önemli bir işlev üstlenir. Büyükhanım`ın düşünceleri, anıları, vb., Selahattin Bey`in ve onunla birlikte bütün bir dönemin romana taşınmasını sağlar. Bunun ötesinde, romancı bu teknikle bazı metafizik sorgulamaları da, didaktiklik riskine düşmeden aktarma olanağı bulur. İkinci Bölümde, Büyükhanım`ın yatmadan önce zihninden geçenlerden kısa bir alıntıyla (s. 18), bunun nasıl gerçekleştirildiği görülebilir:
Zamanı bölecek şeyleri tutumla harcamalı. Saç fırçama bakıyorum ve arasına takılmış saçlarımı görüyorum. Aldım ayıklamaya başladım. Benim doksan yaşındaki zayıf ince saçlarım. Birer birer dökülüyorlar. Vakit, diye mırıldandım, zaman dedikleri şey, dökülür. Durdum, fırçayı sırtüstü bıraktım: Kabuğu üstü devrilmiş bir böcek gibi yattı ve beni ürpertti. Her şeyi böyle bıraksam ben ve bin yıl kimse dokunmasa bizlere, her şey böylece bin yıl durur. Masanın üzerinde anahtar, sürahi, eşyalar: Ne tuhaf; her şey olduğu gibi yerinde, kıpırdamadan! O zaman düşüncem de biraz buz parçası gibi kaskatı kesilip renksiz ve kokusuz durur, dururdu.
Bu alıntı da, yazar ile karakterin anlatım tekniğinde nasıl iç içe geçtiğini gösterir. Bir yanda Büyükhanım`ın sorgulamasındaki naiflik, bir yanda yazarın okuru en temel metafizik soruları bir kez daha düşünmeye teşvik etmesi bir arada yer alır.
- Zamanı bölmek: Zamanı sorgulamak, felsefenin ve bilimin en temel konularından biridir. Birey açısından bakıldığında, mutlak iki nokta (doğum ile ölüm) arasında, zamanın işleyişinde (akışında, metafiziğinde) bireyin ya da öznenin bir rolü olabilir mi? Başka bir deyişle, Fatma`nın bir hareketi zamanı bölebilir mi? Bölebilirse, nasıl, ne anlamda?
- Tekbencilik: Fatma, felsefede tekbencilik olarak bilinen yaklaşımı da (nesnelerin varlığının özneye bağlı olduğu, onun algılamasıyla bağlantılı olduğu görüşü) dönüştürür; çünkü nesnelere kendi algılamasından bağımsız, özerk bir var olma alanı tanır ve düşüncesiyle (fiziksel varlığı ya da bedeniyle değil) nesneler arasında bir koşutluk kurar. Bir an (bin yıllık bir süre için) zamanın donduğunu düşleyerek, düşüncesinin tıpkı nesneler gibi varlığını sürdürdüğünü hayal eder (ama zamanın akışının durması, bu düşünceyi renksiz, kokusuz kılacaktır).
İlgili Maddeler
- Anlatı Tekniğiyle İlgili
- Genel
Orhan Pamuk